Toplumun en büyük sorunlarından biridir sevgisizlik. Nerede suç, şiddet, istismar, hastalık veya boşanmalar var ise orada muhakkak sevgisizliğin tohumları vardır. Sevgisizlik daha fazla, toplumun en küçük birimi olan ailelere hasar verir. Zira sevgisizlik tohumları ilk olarak ailede atılır.
Aile, çocuğun kendini güvende hissettiği yer olmalıdır. Güven hissetmeyen çocuk sevgisizlik tohumlarından beslenir. Çocuğa bağırmak, hakaret etmek ve şiddet göstermek, onu başkalarıyla mukayese etmek ve aşağılamak hatta; onu öpmemek, ona yeterince sarılmamak, güzel sözler söylememek ve vakit ayırmamak da sevgisizlik tohumlarına birer örnektir. Sağlıklı her anne baba çocuğunu kuşkusuz sever ve imkanları yettiğince çocuğunun ihtiyaçlarını ve bakımını karşılamaya çalışır fakat çoğu zaman çocuğunun ruhsal ihtiyaçlarını gözden kaçırabilir.
Ruhsal ihtiyacın ana kaynağı güvendir. Güven duygusunun beslendiği duygu ise sevgidir. Sevginin kanalları da; dokunma (fiziksel temas), ruhu besleyen güzel sözler ve davranışlar (değerlilik hissi), ilgi gösterme (vakit ayırmak) ve saygı göstermedir (kabul görme). Yani; "Çocuğuma pek vakit ayıramıyorum, ders çalışması için baskı yapıyorum bazen hatalarından dolayı cezalandırıyorum ara sıra da bir iki tokat atıyorum ama çocuğumu çok seviyorum çünkü yemiyorum yediriyorum, giymiyorum giydiriyorum, ne istese alıyorum” diyen ebeveyn çocuğunun yalnızca fiziksel ihtiyacını karşılamış olur.
Gelelim sevgisiz büyüyen çocuğun, yetişkinlikteki hayatına…
Sevgisiz büyüyen yetişkin çoğunlukla; eşine ve çocuklarına sevgisizliğini hissettirir ve onlara çocukluğunda yaşadığı olumsuz duyguları farklı şekillerde yansıtarak evde sürekli gerginlik yaşatabilir.
Genellikle bu eşler; eşine sarılmaktan kaçınır, ona güzel sözler söylemeye utanır, eşine değerli olduğunu hissettiren davranışlar göstermekte zorlanır, eşiyle uyum içinde olamaz yani ne birlikte aynı anda yatağa yatabilir, ne birlikte sofraya oturmayı denk getirebilir, ne eşine özel vakit ayırabilir, ne de eşiyle göz göze diz dize hoş sohbet edebilir.
Sevgisiz büyüyen bu yetişkinlerin evlilik hayatı hep didişme, tartışma ve kavga üzerinde döner durur. Severek evlendiği eşini bir süre sonra yetersiz görebilir ve onu sürekli küçümseyebilir. Eşini de geçimsiz olması ile suçlayabilir. Aslında yetersiz olan da geçimsiz olan da, ta kendisidir. Çünkü onu bu düşünceye iten aslında benliği ile olan bilinçdışı çatışmadır. Vaktinde anne babasından doyasıya alamadığı güven temelli sevgi ve yaşayamadığı çocukluğu kendiyle olan çatışmaya sebeptir. Bu sebeple yetişkin, ya ailesine fiziksel/psikolojik şiddet gösterebilir ya çocuklarını ihmal edebilir, ya da kendi psikopatolojisinden ötürü eşiyle boşanma kararı almak zorunda kalabilir.
Bu kişi cennet bahçesi olması gereken yuvasını maalesef hem kendine hem de ailesine cehennemi yaşatabilir. Çünkü vaktinde göremediği sevgiyi eşine ve çocuklarına göstermekte zorlanabilir. Sevgiyle beslenmesi gereken yuvası; gözyaşıyla, hüzünle, ve mutsuzlukla beslenebilir.
Böyle biri ile evliyseniz biliniz ki; eşiniz sizle kavga etmiyor. Onun tüm derdi kendiyle. Sevgisiz geçirdiği geçmişiyle. Sevginizle ona alamadığı güveni hissettirin. Yaşayamadığı çocukluğunu siz kaldığı yerden yaşatın. Eşinize sarılın sarmalayın asla uzaklaşarak kendinizi de sevgisizlikle cezalandırmayın. Unutmayın ki; bir eşi terapi eden de hasta eden de yine eşin kendisidir.