Tarih: 07.07.2024 09:12

Hatırlatmalar | Erdoğan Eş Başkanıydı: Suriye’yi BOP mahvetti

Facebook Twitter Linked-in

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü ılımlı İslam projesi, Türkiye’de kendisini Yeni Osmanlıcılık adı verilen bir paradigmada buldu. 2010 Aralık’ında Türkiye’nin o dönemki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından ilk olarak ortaya atılan ve uzun dönem AKP stratejisine etki eden “Yeni Osmanlıcılık” hedefi, Suriye’yi parçalamanın bir aparatıydı.

Aslında Büyük Ortadoğu Projesi ile özellikle Arap coğrafyasındaki eski BAAS partilerini yıkıp yerine ABD ile iyi ilişkiler kuracak İhvan (Müslüman Kardeşler) kökenli hareketlerin desteklenmesi stratejisi başlamıştı.

Erdoğan da bu projenin ABD tarafından atanmış eş başkanıydı. CIA stratejistlerinin sıkça söylediği Türkiye’nin bağımsız ve laik bir ülke olması yerine tam bağımlı bir ılımlı İslam ülkesi olma projesi AKP’nin şeriatçı özlemleriyle uyuşuyordu. Daha sonra dışişleri bakanlığı koltuğuna oturacak olan Davutoğlu, bu stratejiyi, Stratejik Derinlik adlı kitabında “gücünü Osmanlı’nın eski coğrafi sınırlarından alan, doğuya doğru bir yay gibi gerilip batıya ok gibi fırlayan bir Türkiye” şeklinde özetlemişti. Buna Yeni Osmanlıcılık dendi ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile birleşti. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da gerçekleşen iktidar değişimleri sonrası sıra Suriye’deydi. 2011’de Obama’nın “Irak’ta savaş bitti, çekiliyoruz” demesi, Türkiye’nin boşluğu doldurma hayallerini artırdı. Türkiye burada kilit rol oynayacak, ABD’nin baş müttefiki olarak kendisiyle güdümlü bir İhvan rejimi kurulacaktı. 2013 sonrasında Erdoğan, İhvan’ın Rabia işaretini dahi kullanmaya başladı. İç politikada Osmanlı sınırları paylaşıldı, fetih hayalleri ortaya atıldı, saraylar ve dizilerle bu fikir desteklendi.

Aynı plan çerçevesinde Suriye’de ÖSO adı verilen cihatçı gruplar desteklenmeye başlandı. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass tarafından Eğit-Donat Mutabakatı imzalandı. Cihatçı gruplara Türkiye’nin eğitim vermesi ve Suriye’de savaşmaları öngörüldü. Bu plan çerçevesinde muhalif gruplar denen cihatçılara sınır geçişleri açıldı. Suudiler ve Katar’la birlikte fetih ordusu kuruldu.

Ancak Suriye’de hesapların tutmadığı bir faktör olarak Rusya devreye girdi. ABD’nin kurmak istediği Sünni ılımlı İslam hattına karşı Şii ittifakını esas alan, İran-Suriye-Lübnan eksenli bir direniş başladı. Vekâlet savaşı olarak da adlandırılan bu süreç, Esad’ın ayakta kalmasını sağlarken milyonlarca insanın bitmeyen savaştan kaçıp sınırları açık olan Türkiye’ye girmesiyle sonuçlandı. Bu sınırdan geçenlerin içinde Suriye Devleti ile savaşan cihatçı unsurların da olduğu biliniyor. Ayrıca yine emperyalist Batıyı rahatlatıp Saray’ın geleceğini kurtaracak kadar yüklü bir para kapmak için imzalanan geri kabul anlaşması ile de ülkemiz, ekonomik ve demografik açıdan kaldırılması mümkün olmayan bir göç dalgasıyla karşılaştı.

Saray rejiminin, ülkedeki sermayeyi de Suriye’de bolca inşaat sözüyle ikna ettiği Osmanlıcılık hevesleri, Esad’ın iktidarda kalmasıyla sönerken, “katil Esad” söylemleri de “ailecek görüştüğümüz sayın Esad’a” dönüşüverdi.

***

AKP’NİN KURDUĞU MUHALEFET: ÖSO

AKP, Suriye’de emperyalist müdahalenin ilk gününden beri doğrudan içerisindeydi. Suriye ordusuna karşı mücadele etmesi için bir kısmı ordudan kopan subaylarla oluşturulan Özgür Suriye Ordusu, Türkiye’de kuruldu. Yeni rejimin bayrağı olarak tanıtılan, ÖSO’nun üç yıldızlı bayrağı da yine ilk kez Türkiye’de açıldı. Antakya’yı neredeyse merkez üssü haline getiren ÖSO, Amerikancı müdahalenin yerel ayağı olarak, Katar-Türkiye ikilisi tarafından desteklendi. Katar ordunun finansmanını sağlarken, Türkiye de ordunun hazırlanması ve silahlandırılmasını üstlendi.

Ancak ÖSO, bir türlü bekleneni veremedi. Suriye’deki gerilimin doğalından bir iç savaşa dönüşmemesi, ÖSO ile umulan özgürlükçü, muhalif imaja bir taban yaratmadı. Dahası, bu imajın kendisinin de Batı yakıştırması olduğu daha sahanın ilk günlerinde ortaya çıktı. ÖSO’ya bağlı Faruk Tugayları komutanının yakaladıkları Suriye ordusu askerinin kalbini yediği görüntüler, ÖSO’nun ne kadar “demokrat” ve “özgürlükçü” olduğunun kanıtı niteliğindeydi. Tamamı mezhepçi saiklerle savaşan, ancak askerî anlamda ne Esad ordusu ile ne de bölgedeki cihatçı güçlerle baş edebilen ÖSO, diğer Arap ülkelerinin desteklerini çekmesi ile birlikte zamanla tamamen sarayın kontrol ve himayesine geçerek, TSK’nın Suriye’deki varlığının meşruiyet zemini haline geldi.

Tüm Körfez ülkelerinin ve Türkiye’nin sağladığı silahları, askerî teçhizatları sahada cihatçılara kaybeden, sürekli üyeleri kaçırılan ÖSO’yu, 2015’te Obama’nın “hediyesi” olan Eğit-Donat projesi de kurtaramadı. Milyarlarca liralık bütçe ayrılan projenin, ancak 60 ÖSO mensubunu eğitebildiği ortaya çıktı. 2016’dan itibaren sahada tamamen yalnız kalan Türkiye, asıl stratejik ve lojistik desteğini bölgedeki cihatçı örgütlere kaydırırken, ÖSO’yu ise TSK operasyonlarına “otantiklik” katmak için kullanmaya başladı. Zamanla ÖSO yerini Suriye Milli Ordusu aldı, Rusya ve Suriye ordusunun geri püskürttüğü cihatçı güçlerin toparlanarak Kuzey Suriye’de TSK garantörlüğündeki bölgeye yerleştirilme projesinin parçası haline getirildi. Yer yer işe yarar görülen cihatçılar, Yemen iç savaşı, Ukrayna-Rusya ve Azerbaycan-Ermenistan savaşlarına kaydırıldı. Sarayın paralı asker ve kontrgerilla örgütü SADAT’ın himayesinde farklı bölgelerde savaşlara katıldı.

***

ARAP BAHARI’NDAN EMPERYALİST MÜDAHALEYE

SOLDA FARKLI TAVIRLAR 

Suriye’de Amerikanca müdahalenin ilk döneminde solda da ciddi bir kafa karışıklığı yaşandı. Bu kafa karışıklığına ise daha çok Arap Baharı ile başlayan isyanlar sürecinin değerlendirmesi kaynaklık etti.

ARAP BAHARI BAŞLARKEN 

Arap Baharı olarak isimlendirilen halk isyanlarının çıkış noktası Tunus oldu. 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali yönetimine karşı başlayan isyan dalgası, Mısır’da 30 yılı aşkın süredir yönetmeye devam eden Hüsnü Mübarek’e karşı isyana dönüştü. Adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri büyüten diktatörlüklere karşı başlayan meydan işgalleri her iki ülkede de değişimlerin yolunu açtı. Bu isyanlar 2008 krizi sonrasında dünyada başlayan ilerici halk muhalefeti dalgasının bir parçası olarak gelişti.

İSYAN DALGASI ÇALINIRKEN

Ancak bu dalganın yarattığı değişimlere öncülük edecek ilerici örgütlenmelerin yeterince güçlü olmaması, özellikle Mısır’dan başlayarak isyanın çalınmasına imkân tanıdı. İsyan karşısında önce tereddüt gösteren Müslüman Kardeşler’in, orduyla da anlaşarak iktidara taşındığı bu süreç ABD emperyalizminin etkinliğinden bağımsız olarak düşünülemez. Mısır sonrasında hızla Mursi’nin tek adam yetkilerini kullanarak sürüklediği İslamcı faşist gelişmelere karşı ikinci halk isyanına sahne oldu. Bu ikinci dalga ise ordunun doğrudan iktidara el koyduğu Sisi iktidarı ile sonuçlanacaktı.

EMPERYALİST MÜDAHALE YAYILIRKEN 

Bu süreç ABD eliyle yeni müdahalelerin bir aracı olarak kullanılmaya başlandı. İsyan dinamikleri hızla etnik ve mezhepsel temellerde bölünerek, CIA tezgâhlarından yetiştirilmiş cihatçılar sahaya sürülerek yaratılan iç savaş ortamı içinde önce Libya’nın parçalanması başladı. NATO’nun da müdahalesiyle birlikte gerçekleşen bu saldırı sonrasında Kaddafi cihatçı çetelere yem edildi. Bugün paramparça olmuş ve bir ülke olmaktan çıkarılmış bir Libya’dan söz ediyoruz. Öte yandan soldan da sonrasında Suriye müdahalesinde de görmeye devam edeceğimiz hayırhah yaklaşımları ya da daha ilerisinde emperyalist müdahaleleri diktatörlerin yıkılışı olarak görerek destekleyenleri ilk kez Libya olayında görmeye başladık. Sonrasında da Suriye’de uzun zaman cihatçı çetelerin muhalif-özgürlükçü olarak yutturmaya çalışan özellikle de hem dünyada hem de ülkemizde Troçkist hareketlerin büyük çoğunluğuyla birlikte liberal kesimler oldu. Kimilerinin NATO ve CIA kamplarında cihatçı çetelere ders verdiği bu solcular(!) AKP’nin mezhepçi-cihatçı güdülerle katıldığı bu müdahale karşısında solda bir bulanıklık yarattılar.

EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR ÇİZGİSİ

Bu bulanıklıklarla da mücadele içinde solun ana gövdesi emperyalist müdahaleye hayır çizgisinde durmayı başardı. ABD emperyalizminin müdahalesine karşı çıkarken, AKP’nin Suriye’de parçalanma siyasetinin parçası olmasının yaratacağı risklere o günden dikkat çekildi. Bu politikanın önemli çıkış noktalarından birisi olarak, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) tarafından henüz iç savaşın en başlarında Hatay’da gerçekleşen “Emperyalist Müdahaleye Hayır” mitingini kuşkusuz ki hatırlamak gerekir. ÖDP o mitingde ülkenin nasıl geri dönüşsüz bir yola sokulduğunu şöyle dile getirmeye çalışmış:

“Emperyalist güçler ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyayı kendi çıkarları için, bölgenin kaynaklarına el koymak için bir kan deryasına dönüştürdüler. Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da yaptıklarını bugün de Suriye’de yapmaya çalışıyor. Tanklarından, bombalarından önce yalanlarıyla geliyorlar. Büyük bir yalan kampanyası, bilgi kirliliği yaratıyorlar. (…) Afganistan’da El-Kaide teröründen, Taliban diktatörlüğünden söz ettiler Afganistan’ı işgal ettiler, kaynaklarına el koydular. Şimdi Taliban diktatörlüğüyle anlaşma yapmaya çalışıyorlar. İşgal gerekçesi saydıkları El-Kaide’yi Libya’nın üstüne saldılar, şimdi de Suriye’nin üzerine salıyorlar. El-Kaide ile ABD ve İngiliz emperyalizmi Suriye için mutabakat yapıyor. El-Kaide Suriye’deki örtülü savaşın bir parçası haline getiriliyor.”

Şimdi, ülkemizin de El-Kaide türevi türlü cihatçıların istilasını uğradığı, Suriye’nin eski bütünlüğüne kavuşması artık imkânsızlaşmış parçalardan oluşan bir toprak parçasına dönüştürüldüğü zamandayız.

***

TÜRKİYE VE SURİYE’Yİ KANA BULAYAN CİHATÇILIK

AKP’nin Suriye’de rejim değiştirme hedefinin politik aktörü ÖSO olsa da sahadaki desteklenen askerî güç cihatçı örgütlenmeler oldu. Savaşın ilk günlerinden itibaren Suriye-Türkiye sınırının açılması ile cihatçılar bilinçli bir şekilde, Esad’ı devirme ülküsüyle ağırlıkla Irak üzerinden Suriye’ye savaşa gönderildi. Bu geçiş tek taraflı da olmadı, Suriye’ye savaşa giden cihatçı örgüt mensupları, sınır açık olduğu için sabah çatışmaya gidip akşam Türkiye’deki kamplarda tıbbi yardım aldı. Sarayın, ABD’nin teşvikiyle cihatçılara verdiği desteğin sonucu, IŞİD’in hem Irak hem Suriye’de güçlenmesi, El-Kaide’nin kolu olan El-Nusra’nın İdlib’de kendi emirliğini kurması oldu. Resmiyette ÖSO desteklenir görülse de Suriye muhaliflerinin halk desteği ile Esad’ı devireceğine dair inanç savaşın ilk günlerinden yok olunca, ABD de doğrudan müdahalenin parçası olmak istemeyince savaşın kaderi tamamen cihatçı yapıların eline kaldı. 2015 yılında, IŞİD uluslararası kamuoyunu tedirgin edecek güce ulaştığında dönemin başbakanı Davutoğlu İngiliz medyasına, cihatçıların Irak-Türkiye-Suriye hattında rahatça hareket edebilmesinin yegâne sebebi olan açık sınır politikası için, “Cihatçıların Suriye’ye gitmesini durduramayız” demişti.

AKP’nin El-Kaide ve Taliban’dan türemiş olan bu cihatçı gruplarla içlidışlı hali yalnızca Suriye’de bir noktadan sonra tek başına arkasında durduğu Esad’ın devrilmesi hedefine değil, Türkiye’de iktidarın tam karşısında hizalanan toplumsal muhalefetin sindirilmesi amacı da taşıdı. Suriye Savaşının başından itibaren Suriye ve Irak’ta olduğu kadar Türkiye’de de örgütlenen, Batman’da, Gaziantep’de, Ankara’da kendi mahallelerini kuran cihatçı örgütler, 2015 itibariyle Türkiye’de de saldırılarına ağırlık verdi. Önce 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta, ardından aynı yılın 10 Ekim gününde Ankara Gar önünde IŞİD’in yaptığı bombalı saldırılarda, yüzden fazla yurttaşımız hayatını kaybetti. Doğrudan dönemin savaş politikaları karşısında barışı, birlikte yaşamı savunan bir hattı tasfiye amacı taşıyan 10 Ekim saldırısını yapan IŞİD bombacılarının, Türkiye’de örgütlendiği, tüm hareketlerinin Emniyet ve MİT eliyle izlendiği kısa sürede ortaya çıktı. Bu saldırıları IŞİD ve TAK’ın Beşiktaş, Raina, Kayseri, Bursa, Taksim, Havaalanı saldırıları izledi. Yıllardır her türlü canavarlığın desteklendiği Suriye savaşının aktörleri ile Türkiye siyasetini ve sokakları da dizayn edilmek istendi. AKP, kendi siyasi krizini toplumsal muhalefeti de sivilleri hedef alan terör eylemleri eliyle öldürme, sindirme ve korkutma siyaseti ile tasfiye ederek aşmak istedi.

Dahası, Türkiye’nin Suriye’de Esad karşıtı askerî cephedeki tek aktör kalması, cihatçı IŞİD’in tüm dünya kamuoyu tarafından ortak düşman haline getirilmesinin ardından, AKP’nin cihatçılara verdiği destek de Batı tarafından “ikiyüzlü” eleştirilerle karşılanmaya başlandı. Bu dönemde, cihatçılara silah taşındığı iddia edilen MİT Tırları davası, AKP ve Fethullahçılar arasındaki kavganın bir başka pisti haline getirildi. ABD’nin Suriye ve Irak’taki yeni eğilimine entegre olunmasından yana olan Fethullahçılarla Esad’ı devirmeyi birincil öncelik olarak tutan AKP arasındaki NATO’culuk kavgası, cihatçılara destek üzerinden böyle bir gerilimi doğurdu.


 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —